• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
ATEŞNET
SİTE HARİTASI

Nefsi Islah Etmek Lâzım

  

Nefsi Islah Etmek Lâzım

İnsanın en büyük, en tehlikeli, en gizli, en saklı, en feci düşmanı kendisidir, nefsidir, (ego’sudur). Pek çok insan, onun azılı bir düşman olduğunun farkında değildir. Hâlbuki en büyük hatalar, yanılgılar, yenilgiler, ayıplar, kusurlar, suçlar ondan kaynaklanır.
Nefis tembeldir, yatmak uyumak ister; halbuki hayat ciddî bir mücadele, acımasız bir savaş, devamlı bir uğraştır; uyumamayı, gevşememeyi, gaflete düşmemeyi, sıkı çalışmayı, ter dökmeyi, cehd etmeyi, cihad yapmayı gerektirir.
Nefis oburdur, pisboğazdır, açgözlüdür; doyunca, patlayınca, tıksırıncaya kadar yer, semirir, şişmanlar, şımarır, azar, kudurur; “rabbenâ hep bana!” der, haram helâl ayırmaz, insaf, adalet, eşitlik, cefakarlık, cömertlik, tercih, ikram, sabır, fedakârlık bilmez, başkalarını düşünmek istemez. Fakat toplum hayatı, tamamen aksinedir; ölçü ister, dost ister, uyum ister, sabır ister; aşırı arzulara, hırs ve heveslere, bencilliğe dizgin ister, tahdit koyar, sınır çizer, karşı çıkar.
Nefis çok şehvetlidir, yar ister, eş ister, flört ister, aşk ister; nikâhla yetinmez, zinaya kayar, mahremi varken harama bakar, eşi varken metres tutar, camdan bakıp kaş göz eder, yuva yıkar, düğün basar, kız kaçırır, silâh çeker, kan döker, can verir, can alır, katil olur.
Halbuki namahreme bakmamak, doğru yoldan sapmamak, namusunu iyi korumak, şehvete esir, nefse köle, şeytana maskara olmamak şart, farz, zaruri, zorunlu, mecburi. Çünkü toplum düzeni, aile nizamı, dinin kıvamı, ahlâkın devamı buna bağlı.
Nefis, keyif ehlidir, zevkperesttir, havaidir, haylazdır, yaramazdır. Saz ister, söz ister, çalgı ister tatlı ister, tuzlu ister, turşu ister, kadayıfı bulur kaymak ister, istirahatı bulur, şak şak ister, zengin olur makam ister, riyaset ister, izzet ü itibar, kudret u iktidar ister. Başkan olur saray ister, kumaş bulur ipek ister, sıhhat bulur, rahat bulur tantana, saltanat, sanat, bale, orkestra, heykel, anıt ister, nam u şan ister; sade giyinmez, süs, ziynet, pırlanta, zümrüt, yakut, mücevher ister, köşk bulur yalı ister, yalı bulur yağlı boya tablo, antika eşya ister…
Hasılı, cihanı mahveden, halkları kahreden nefistir, diktatörleri savaşa sürükleyen nefistir, hırsıza hırsızlığı yaptıran nefistir, rüşvetçiye rüşveti aldıran nefistir, zalime mazlumu sömürttüren nefistir, kâfirin mümin olmasını engelleyen nefistir, cihanı fesada veren nefistir, ahreti mahvettiren nefistir, kişiyi Allah’ın kahrına uğratan nefistir, cehennemde çatır çatır, cayır cayır yandıran nefistir.
O halde bu zalim nefsi mutlaka ıslah etmek lâzımdır, onu Müslüman yapmak şarttır, kurtuluş için başka yol yoktur, iki cihanda rahata, felaha ermek, iflah olmak, saadet bulmak nefsi terbiye ve tezkiye eylemekle mümkündür.
Nefsini terbiye eden, insan-ı kâmil olur, halkça istenilen, Hakk’a sevgili olur, iki cihanda aziz ve şerif, berhudar ve bahtiyar olur. Ne mutlu nefsini ıslah edip, Müslüman eyleyebilenlere!

NEFİS TERBİYESİ

1. ADIM : NEFİS TERBİYESİNİN GEREKLİLİĞİNİ KAVRAMAKTIR.

Nefis ve Şeytan, insanın manevî ilerleyişinde en mühim iki engel. Nefis içeriden, Şeytan dışarıdan dünya ve ahire-timizi perişan etmek için durmadan çalışıyorlar. Nefsin mahiyetinde "gurur-kibir-menfaatçilik" gibi pek çok zararlı özellik var. Şeytan, işletilmeye uygun bu madenleri iyi biliyor ve işletiyor; nefsin zaaflarını tanıyor ve yakalıyor.
Günümüzde nefisler alabildiğine hür, alabildiğine serbest. Dinin günah kabul ettiği nice hareket, günlük hayatın âdeta birer parçası olmuş. Vitrinler nefse hitap ediyor, sokaklar nefse sesleniyor, TV programları nefsi günahlara kamçılıyor, şarkılar günaha çağırıyor. Günümüz insanı nefsi tanımıyor. Günümüz insanı nefis terbiyesinden habersiz. Günümüz insanı nefsin kulu kölesi. Hâlbuki bu huysuz atı iyi bir terbiyeyle dizginlemek ve gemlemek, onun sırtına binip yüce hedeflere doğru yol almak mümkün.

Modern insan eski çağların kölelik dönemlerinden kurtulduğunu söyler. Günümüzde kölelik olmamakla beraber, çoğu insanın, nefsine kul ve köle olduğunu söyleyebiliriz. "Hür doğdum, hür yaşarım! Kime ne? Bana kimse karışamaz!" diyen bu zavallılar, nefislerine, tutkularına, kötü arzularına boyun eğdiklerinin, kölelik yaptıklarının farkında bile değillerdir. Gerçi ellerinde kelepçe, boyunlarında boyunduruk görülmez; fakat ruhları kelepçeli, iradeleri boyunduruk altındadır.

Bütün Kötülüklerin Anası
Adamın biri, annesini öldürür. "Niye anneni öldürdün?" diye sorulduğunda "Zina yapıyordu." der. "Anneni öldüreceğine beraber olduğu adamı öldürseydin." dediklerinde ise şu cevabı verir: "Her gün bir adam mı öldürmeliydim?"
Kıssayı nakleden Mevlâna, ardından şu hatırlatmayı yapar:"Ey insan!.. O kötü tabiatlı anne, senin nefsindir ki onun fesadı her tarafa yayılmıştır."
Yani insan yaptığı yanlışların sebebi, suçlusu olarak buna sebep olan insanları , olayları, durumları görüp kendini temize çıkarmaya, en azından kendini vicdanen rahatlatmaya çalışır. Fakat bu kıssadan hareketle esasen insanın kendi nefsini terbiye etmesi lüzumu açıktır. Aksi halde ölene kadar kendisinin yanlış yapmasına sebep olan olay, durum ya da kişiler az ya da çok var olacaktır. Bunların az olması tabii ki kolaylık olur. Ancak tamamen ortadan kaldırmak imkansızdır. Çünkü bunlar olacak ki sınav olsun ve iyiler, kötüler ayrılsın.
Gerçi nefsi öldürmek, yani onu bütün bütün susturmak pek mümkün değildir. Ama onu terbiye ermek, kötülüğe değil iyiliğe sevketmek hem mümkün, hem de gereklidir.

Nefis, Bir Düşman mı?
Nefsi yok etmek imkanı yoktur. İstenen de bu değildir. Esas olan onu kötülüklerden uzak tutup iyiliklere yönlendirmek, meşru dairede kalmasını sağlamaktır.
"Ancak Yüce Allah'a selim kalple gelenler kurtulur." (Şuara , 89), “Nefsini temizleyen kurtuldu. Nefsini kirleten ziyan etti..” (Şems, 9-10) ayet-i kerimeleri de nefsin terbiye edilmesi gerektiği hakikatini bildiriyor.
Terbiye edilen nefis ise insanın manevî yükselişinde en mühim bir unsurdur. Böyle bir nefis sahibi, ibadet vadilerinde gezer, daima helâl sahalarda dolaşır; Allah'a samimî kul, Peygamber'e sadık ümmet olarak yaşar. Hz. Yusuf, Kur'an'da nakledilen bir ifadesinde şöyle der: "Ben nefsimi hatadan uzak görmüyorum. Şüphesiz nefis, Rabbimin rahmetine mazhar kıldığı hâller dışında şiddetle kötülüğü emreder."
Demek ki bir peygamber bile nefsine güvenmiyor, normal şartlar altında nefsin daima günahı isteyeceğini bildiriyor.

2. ADIM : NEFSİ TANIMAKTIR.

Nefis, özellikle müspet şeylerde tembellik gösterir. Meselâ, saatlerce TV karşısında bulunmak veya bir eğlencede vakit geçirmek, onu hiç de rahatsız etmez. Fakat dinî bir kitaptan bir saat okumak veya günde beş defa namaz kılmak, ona çok zor gelir. Konumuzu ilgilendiren bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.m.), şöyle der: "Cennet nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle, Cehennem de nefsin hoşuna giden şeylerle kuşatıldı!"
Nefsin bütün isteklerini gayri meşru görmek doğru değildir. "Yemek-içmek-evlenmek" gibi istekler, bir ihtiyaçtan kaynaklanırlar. Fakat bu isteklere ulaşmak ve bunlarla zevkten dört köşe olmakta nefis hiçbir sınır tanımak istemez. Tabir yerindeyse nefsin lügatinde "haram" yoktur. O, her ne şekilde olursa olsun bu isteklerine ulaşmaya çalışır, "Olsun da nasıl olursa olsun!" der. İşte, nefsin haram taramayan, sınır bilmeyen bu hâli, onun hevasıdır. İlâhî dinler, nefsin nevasına engel olacak sınırlar getirirler, "Şunlar helâldir, istifade edebilirsin; bunlar ise haramdır, uzak durmalısın!" derler.

Meselâ şu Kur'an ayetlerine bakalım: 'Her kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi hevadan alıkoyarsa işte onun barınağı Cennet'tir." Hevaya tâbi bir insanda, meselâ yemek yemek, bir araç değil bir amaç hâline gelir. Yaşamak için değil, yemek için yaşar. Daha çok yemek, daha çok lezzet almak ister. Öyle ki akşam yemeğini Paris'te yiyip dönmek gibi çılgınlıklar, ona gayet normal gelir.
"Hevasını, ilâh edineni gördün mü?" ayeti, konumuz açısından gayet manidardır. İnsan ya Allah'ı ilâh olarak bilir ve O'na itaat eder ya da nefsin kötü arzularını putlaştırr, hevaya tâbi olur. Böyle birisinde tümüyle heva hükmeder. Heva, eline teşvik kamçısını alır, sahibini en rezil günahlara sevk eder.

Nefis öyle bir şeydir ki bazen insan doğruyu bilse de özgür iradesiyle yanlışa yönelir. Mesela şeytanın Allah'ın emrine karşı gelerek Hz. Adem'e secde etmemesinin anlatılması da bir yönüyle özgür iradenin varlığıyla ilgilidir. Yani insan bazen doğruyu bilse de kabul etmeyebilir.
İster önyargılardan(islam gericiliktir gibi) olsun, ister kibir ve gururdan olsun, ister çevreden ayıplanma(ilkel Arap dinini kabul etti gibi ithamlar) korkusundan olsun, isterse menfaatten(islamı kabul edince işinden çıkarılma) olsun mutlak anlamda gerçeği ispat etmek, muhatabı ikna etmek iman etmeyi zaruri kılmaz. Bu yüzden Kuran'da, onlar Allah'ı gözleriyle görmek istediler, görselerdi, yine biz büyülendik deyip inanmayacaklardı denilerek hidayetin, imanın bilmenin ötesinde faklı bir şey olduğu anlatılır. Bilgi doğruya ulaşmada temel olsa da mutlak sonucu vermez. O yüzden İmani ve İslami doğrular tespit edilip anlatılır, hal diliyle yaşanarak temsil edilir fakat bunlar başkalarının iman dairesine girmesini mutlak anlamda temin etmez. Bu yüzden, İslam doğru ise niçin İslam'ı duyan, bilen birçok insan, bilim adamı iman etmiyor, denemez. Bunun yukarıda söylenen farklı sebepleri vardır, iradenin meçhul niteliği ve Allah'ın hidayet nasibiyle ilgilidir.

Nefis-Akıl İlişkisi
Rivayet edilir ki Cenab-ı Hakk, kendi nurundan aklı yaratır. Ona "Gel." der, akıl gelir. "Git." der, gider. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Akıl "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, ben ise Senin âciz kulunum." diye cevap verir. Cenab-ı Hakk, akla hitaben der: "Senden daha aziz bir mahlûk yaratmadım. Seninle verir, seninle alırım."
Sonra, ateşten nefsi yaratır. Ona "Gel." der, nefis gelmez. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorar. Nefis "Ben benim, sen sensin." der. Bunun üzerine onu ateşe atar. Nefis hâlâ "Ben benim, sen sensin." demektedir. Cenab-ı Hakk ardından nefsi aç bırakır. "Ben kimim, sen kimsin?" diye sorduğunda, nefis, "Sen benim Rabb-i Rahimimsin, bense senin âciz kulunum!" cevabını verir!

Bu rivayet sembolik bir anlatımla, aklın ve nefsin konumlarını çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Akıl, Allah'a itaatkârdır, haddini bilir, aczini itiraf eder. Nefis ise isyankârdır, haddim aşar, aczini kabul etmek istemez. Ancak rivayette görüldüğü üzere, aç bırakılması gibi durumlarda haddini bilir, Allah'ı tanır, aklın dediğini o da demeye başlar.

Nefsin Zaafları
Halatlar ince yerlerinden kopar, kaleler zayıf yerlerinden fethedilir. Onun gibi, Şeytan, vücut ülkesinde hâkimiyeti ele geçirmek için nefsin zaaflarından istifade eder. Kur'an-ı Kerim, şu ayetiyle nefsin bazı zaaflarına dikkat çeker
"İnsanlara kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, salma atlar, sağmal hayvanlar ve tarıma karşı arzular süslü kılındı."
Yani insan, fıtratı itibarıyla bunlara son derece düşkündür; hayatı, bunları elde etmek için mücadeleyle geçer insanların en çetin imtihanları bunlarla olur.
Üstteki ayette nazara verilen zaaflardan başka, nefsin tembellik, midesine düşkünlük, övülmekten hoşlanmak, başkalarına karşı kibirlenmek, lüzumsuz öfkelenmek, kör hislere sahip olmak, tiryakilik, gaflet, cehalet, heva, heves, peşin lezzetlere müptelâ olmak... gibi daha nice zaafı vardır.
Nefsin zaafları herkeste aynı değildir. Bundan dolayı herkesin imtihanı farklı farklıdır. Kimi midesinden yakalanır, kimi methedilmekten... Kimisi hevesiyle perişan olur, kimisi tembelliğiyle... Basiretli insan, kendi vücut ülkesini iyi tanır, zaaflarım bilir, zayıf noktalarını kuvvetlendirerek nefse karşı direnir, bir "irade insanı" hâline gelir.

3. ADIM : NEFSİ TERBİYE ETMEDE ESASLARI BİLMEKTİR.

1. Esas : Gerçekten Niyet Etmek (Kararlı Olmak)
Bu yola bilinçli ve isteyerek girildiyse uygulamada karşılaşılan zorluklardan yılmamak gerekir. Bu zorluğun da esası nefsin alışageldiği rahatlığı bırakmak istememesidir. Eğer kişi gerçekten kararlı ise düşe kalka hedefine doğru ilerler. Nefsin, sen bunu yapamazsın, ilk hatada, bak gördün mü, boşuna uğraşma, veya daha sonra denersin, biraz ara ver, gibi hilelerine aldanmaz.

2. Esas : Nefsi Terbiye Etmedeki Amacı Bilmek
Nefis terbiyesinden amaç eskilerin insan-ı kamil dedikleri her bakımdan olgun bir insan olmaktır. Olgun insandan kasıt Allah’ın istediği gibi bir kul olmaktır. Peygamberimiz bunun en güzel örneği olmuştur. O halde Kur’an’da Allah’ın istediklerini, yani emir ve yasaklarını bilmek ve bunlara göre yaşamaya çalışmak bu yolun esasıdır, denebilir. Bu prensipler, kitabın sonunda ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle belirtilmiştir.

3. Esas: Ahiret İnancı ve Ölüm Gerçeği
Şu fâni dünya misafirhanesi, bir gün gelip kapanacak ve yerini ebedî ahiret âlemine bırakacakbr. Orada herkes, her yaptığından hesaba çekilecek, durumuna göre ceza veya mükâfat görecektir. Kur'an-ı Kerim, pek çok ayetinde "hesap günü"nden bahseder. Meselâ: "Her kim zerre kadar hayır yapsa karşılığını görecek, her kim de zerre kadar şer işlese cezasını görecektir."
"O gün suçlular der: 'Bu nasıl amel defteri böyle?.. Küçük büyük ne varsa hepsini tek tek yazmış!'" Ahiretin iki menzili vardır: Cennet ve Cehennem... Cennet, nefsini terbiye edenlere mükâfat yeri, Cehennem ise nefsin hevasma uyanlara ceza mahallidir. Malûmdur ki ödüllendirme ve cezalandırma, eğitimde mühim birer metottur. Bir öğrenciye büyük ödül vaat ederek veya onu şiddetli cezayla korkutarak dersinde başarılı olmasını sağlamak mümkündür. Cennet'ten daha büyük bir ödül, Cehennem'den daha şiddetli bir ceza olamaz.
İşte, insan, böyle noktalan düşünerek nefsine çok daha kolay söz dinletebilir, onu hayırlı şeylere daha rahat sevk edebilir.
"Hayat, sadece dünya hayatıdır." diyenler ise nefse hâkim olmakta böylesi bir dayanaktan mahrumdurlar. Zaten kendilerinin nefse hâkim olmak, onu terbiye etmek gibi problemleri de yoktur. Çünkü tümüyle nefse uymuşlar, onun arzularını tatmin etmeyi hayatlarının gayesi bilmişlerdir.

Ölümü Düşünmek, Unutmamak
Şeker hastalığına yakalanmış değerli bir ilim adamına, "Bu hastalığın tedavisi yok mu?" diye sordum. Dedi: "Var: Ölen, kurtuluyor!" Benzeri bir durum, nefisten kurtuluşta söz konusu. İnsan, nefsin belâ ve şerrinden, cazibe ve fitnesinden daha bu dünyada kısmen kurtulabilirse de tümüyle kurtulması ölümle gerçekleşir. Çünkü ölü için "günahlara meyletmek, uzun emeller peşinde koşmak" gibi nefse ait özellikler arak söz konusu değildir!
Ancak "Ölmeden evvel ölünüz." emrine uyarak sanki ölmüş gibi günahlardan uzak yaşayanlar, nefsin hile ve desiselerinden daha dünyada iken kurtulurlar.

4. Esas: Nefsin Tekebbürünü Kırmak
Nefis, birtakım meziyetleri sebebiyle gururlanmak ister. Meselâ güzelliğine aldanır, servetine güvenir, saltanatıyla hava atmak ister, güç ve kudret sahibi olduğunu zanneder, sanatıyla mağrur olur. Hâlbuki bunların nereden ve kimden geldiğini, akıbetlerinin ne olacağını düşünse kibirden, gururdan vazgeçer. Meselâ aldanmış olduğu güzelliği, arızî ve geçici bir güzelliktir. Ayaz vurmuş çiçeklerin pörsümesi gibi, ihtiyarlık mevsimi geldiğinde yüzü buruşacak, o güzellikten eser kalmayacaktır. Güvenmiş olduğu servet, "bugün var yarın yok" türünden bir şeydir. Ekonomik bir krizle bütün serveti sıfırlanabilir, hatta sıfırın altına düşebilir.
Yaptığı resim tablolarıyla gururlanan biri, her varlıktaki İlâhî sanatı düşündüğünde haddini bilir, kibirden kurtulur, "Gerçek sanatkâr, Allah!.." der. Diğer taraftan insan, evvelinin "nutfe," akıbetinin "cife" olduğunu hatırladığında haddini bilir, zararlı tekebbürden kurtulur.
Mesela nefis, ibadete yanaşmak istemez. Buna karşı onun ellerini bağlamak, belini bükmek, yüzünü sürtmek gerekir. Nefis, Akmadan usanmadan "ben" der durur. Öyleyse insan Hakk'ı zikretmeli, "kalbiyle-ruhuyla-bütün duygularıyla" hep O'na teveccüh eylemelidir. Belki de bunun için olsa gerek, tarikat ehli "Hu [O]" zamirini virt edinirler, nefis "Ben." dedikçe onlar "O." derler." Kitap okumak nefse zor gelir, Allah'ı zikirden geri durur, şahsî çıkarının olmadığı yerde bulunmak istemez, gece ibadetinden âdeta kaçar. Öyle ise hemen bunları ve benzeri iyilikleri yapmak lâzımdır. Diğer taraftan kendini övmekten ve övülmekten zevk duyar, şehvanî şarkılardan hoşlanır, müstehcen manzaralardan lezzet alır, gayrimeşru gece hayatına meyyaldir. Öyle ise bunlardan ve benzerlerinden uzak kalmak gerekir.

5. Esas: Şiddetli Uyarım Alanları
Çocuk, oyuncakçı dükkânına girdiğinde şiddetli bir uyarımla karşı karşıya kalır. Birbirinden cazip oyuncakların her biri âdeta "Gel, beni al!" diye haykırmaktadır. Oyuncakçı dükkânından çıktığında ise bu ses, şiddetim kaybeder.
Devamlı dünyevî sohbetlerin yapıldığı yerlere giden birisi, nefsinde dünyaya karşı kuvvetli meyiller olduğunu görür. Müstehcen şeylere bakan birisi, gayrimeşru ilişkilere düşmekten kurtulamaz. TV'de devamlı reklâmları izleyen birisi, reklâmı yapılan malları alma hissiyle dolup taşar. Her izleyişi, satın alma hissini biraz daha kamçılar. Nefse hâkim olmanın önemli esaslarından biri, onu böyle şiddetli uyarım alanlarından uzak tutmaktır. Peygamberler ve büyük maneviyat erleri, en azından hayatlarının belli bir döneminde toplumdan uzak kalmış, tümüyle iç âlemlerine yönelmişlerdir. Hak yolda ilerlemek isteyenler, günümüz hayat şartlarında hiç olmazsa bir aylarını insanlardan ve günahlardan uzak yerlerde değerlendirebilir, gönül dünyalarının "yıllık bakım"ım yapabilirler.
İslam’a uymayan TV kanallarının hemen hemen bütün programları nefse yöneliktir. Pek çoğu haramlarla doludur. En büyük zararı da insanı dinden uzaklaştıran dünya hırsını kamçılar. Bu kanalları seyretmemek kişiye nefis terbiyesinde büyük mesafe kazandırır. Bunlar yerine faydalı programlar da seyredilebilirse bu işte epey mesafe alınmış olur.

6. Esas: Nefsi İyiliğe Yönlendirmek
"Allah'ım!.. Doymayan bir nefisten Sana sığınırım!" Hz. Muhammed (a.s.m.)
Doymamak ve dolmamak, nefsin belli başlı özelliklerin-dendir. "Âdem oğlunun iki vadi dolusu altnı olsa bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur!" hadisi, insan nefsinin bu yönünü ifade eder.
Mesela, ömür boyu kendisine ve ailesine yetecek servete sahip biri, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi hırsla dünyaya saldırır, daha fazla, daha fazla kazanmak ister. Kendisini alkışlayanlar, methedenler hayli olduğu hâlde o, içinden, "Daha yok mu, daha yok mu?" der. En güzel arabalardan birine bindiği hâlde yeni yeni modeller araştırır, onlara ulaşmaya çalışır. Çılgınca icra edilen eğlencelere katıldığı hâlde bir türlü tatmin olmaz, yeni yeni çılgınlıklar peşinde koşar. Aslında nefsin bu özelliğinden müspet alanlarda yararlanmak mümkündür. Asıl varlık amacı da budur. Sözgelimi, daha fazla ilim, daha fazla hizmet, daha fazla başarı, daha fazla marifet…

"Bir şeyi aşırı sevmen, seni kör ve sağır yapar." Aslında insanın âşık olduğu şeyler, sevilmeyecek şeyler değildir. İnsan fıtraten bunlara meyilli yaratılmıştır. İşi tehlikeli yapan, sevgide ölçüyü kaçırmak, lezzeti lezzet için istemektir. Meselâ güzel bir arabayı sırf keyif sürmek için istemek, şehvanî ve nefsanî bir sevgidir. Aynı arabayı zamanı daha iyi değerlendirmek, işlerini daha sür'atli yapmak, güzel faaliyetlerde her tarafa yetişmeye çalışmak için istemek ise meşru bir muhabbettir. Böyle bir muhabbet, kınanmaya değil, övgüye lâyıktır.

Nefsi Öldürmek
"Nefislerinizi öldürün." Kur'an-ı Kerim Hz. Musa zamanında İsrailoğullarından bazıları, Allah'ın dinine girdikten sonra, bir ilâh imiş gibi buzağıya taparlar. Hz. Musa bunlara şöyle der: "Ey kavmim!.. Sizler buzağıyı ilâh edinmekle nefsinize zulmettiniz. Öyle ise Yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün." Ayetin "Nefislerinizi öldürün." kısmı, bir yönüyle "nefsin arzularını kesmek, onu bütün bütün susturmak" şeklinde anlaşılmış ve tasavvuf ehlince kullanılan bir deyim hâlini almıştır.
Mesela, nefiste olan şiddetli hırsı susturmak yerine o şiddetli hırsı ilme, amele ve ihlâsa yönlendirmek, daha faydalıdır. Benzeri bir şekilde, zengin olma arzusunu iptal etmek yerine serveti Hakk'ın yolunda halka hizmette kullanmak; kaliteli bir arabaya binme sevdasını yok etmek yerine o arabayla iyi yerlere gitmek... insan tabiatına daha uygun olacaktır.
Bu gerçeği bilmeyen bazı nasihatçiler, öğüt verirken "Haset etme! Hırs gösterme! Düşmanlık yapma! Dünyayı sevme!" şeklinde ifadeler kullanırlar. Böyle diyeceklerine, "Bunların yönlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." deseler sözleri daha etkili olacaktır.

7. Esas: Nefsi, Hakikatlerle Meşgul Etmek.
Tabiat, boşluk kabul etmez. İmam Şafiî'ye nisbet edilen şu söz, nefis terbiyesinde de mühim bir esastır: "Sen, hakla meşgul ol; yoksa, batıl, seni istilâ edecektir!"
İnsan ya hak ve hakikatle meşgul olur veya lüzumsuz şeyler onun hayatını doldurur; zira tabiat, boşluk kabul etmez.
Verimli bir tarlaya sahip olan kişi, ya o tarlayı sürer, güzel tohumlar serper, sulamasını yapar ve neticede iyi bir mahsul elde eder veya o tarlayı kendi hâline bırakır, tarla faydasız ot ve dikenlerle dolar. Tarlanın ot ve dikenlerle dolması için özel bir gayret sarf etmeye lüzum yoktur, kendi hâline terk etmek yeterlidir; ama iyi mahsul almak için özel bir çaba sarf etmek gerekir.
İşte, nefsi hak ve hakikatle meşgul etmek, özel bir cehd, ciddî bir gayret ister. Meselâ ibadetle, zikirle, kitap okumakla, tefekkürle günün saatlerini doldurunca nefse pek vakit kalmaz. Fakat günlük programımızı dolduracak böyle şeyler yoksa, nefis bizi başka şeylerle oyalar, kendi programını tatbik eder.
Hayatımızın eski sayfalarında az veya çok, günah lekeleri olabilir. Ama ciddî bir kararla ve kararlılıkla hayatımızda yeni, parlak ve beyaz bir sayfa açabiliriz. Bütün nefislere seslenen ve müjde veren Zümer Suresinin 53. ayetini, nefis taşıyan herkese hatırlatmak istiyoruz: "De ki: Ey nefislerine zulmeden kullarım!.. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz; çünkü Allah, günahları affeder. Gerçekten O, Ğafur-Rahim'dir." Ölüm anında şu müjdeli İlâhî hitaba muhatap olmayı, herkes için en büyük saadet biliyoruz: "Ey mutmain nefis!.. Sen O'ndan, O da senden razı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve Cennetime gir."

                                                Şadi EREN'in Nefis Terbiyesi kitabından derlenmiştir.

KISSADAN HİSSE

Rüzgar ve Güneş

Güneş ve Rüzgar, hangisinin daha güçlü olduğu konusunda tartışırlar. Ve rüzgar.
"Sana benim daha güçlü olduğumu kanıtlayacağım "der.
"Şuradaki yaşlı adamı görüyor musun hani şu üstünde palto olan. Bahse girerim o paltoyu üstünden senden çok daha çabuk söküp alabilirim."
Bu denemeye razı olan güneş bir bulutun arkasına gizlenir ve rüzgar bir fırtına gücüyle esmeye başlar. Ancak rüzgar şiddetini ne kadar artırırsa yaşlı adam da paltosuna o kadar sarınır. Sonunda rüzgar pes edip durulur ve güneş bulutun arkasından çıkarak yaşlı adama sıcacık gülümser. Bunu gören yaşlı adamın yüzünde bir hoşnutluk ifadesi belirir. Ve paltosunu çıkarır.
İddiayı kazanan güneş rüzgara;
"Dostluk ve Naziklik her zaman haşinlik ve zorbalıktan daha güçlüdür..." der

NÜKTELER

Diyor ki, at idrarını yapmış üzerine bir saman çöpü koymuş, üzerine de bir sinek oturmuş; var mı benim gibi kaptan-ı derya diye geziyor. Bu dünyada kendini beğenen kişi aynen böyledir. Başka bir hikâyesinde kendini beğenen, kendini âlim sanan, bütün herkesi eleştiren insanı şöyle gülünç bir duruma düşürüyor.
Mesnevi’de: Adamın biri sağırmış. Komşusunu ziyarete gitmiş. Sağır adam komşusunu ziyarete gidip ne yapabilir? Komşu hasta, hastayı ziyaret edecek peygamberin hadisi var. Demiş ki içinden sorarım, nasılsınız efendim derim? O da mutlaka Müslüman değil mi iyiyim der, ben de maşallah derim, ne yediniz derim, sizi kim iyi etti derim dönerim. Gitmiş ama adam çok hastaymış.
- “Nasılsınız” diye sormuş.
- “Ölüyorum” demiş adam.
- “Oh oh maşallah” demiş,
- “Peki siz ne yediniz de iyi oldunuz” diye sormuş.
Adam çok kızmış tabi
- “Zehir” demiş.
- “Ne birebir çözümdür efendim” demiş.
- “Peki sizi kim iyi etti?”
Adam iyice sinirlenmiş
- “Azrail” demiş.
- “Aman ne iyi bir doktor seçmişsiniz” diye cevap vermiş diğeri.
Ve çok iyi vazife yaptığına inanarak çıkmış oradan. Mevlâna diyor ki, etrafımızdaki insanların, çok aşırı taassup olanlar ya da Ateistler bu sağır adam gibidir, ezelden kulakları mühürlenmiştir. Bunlarla niçin uğraşıyoruz? Onlar da sizin söylediklerinizi anlamıyorlar onun için abuk sabuk konuşuyorlar. O zaman dünyada kendimizden başka eleştirilecek hiçbir şey yoktur, bizim kendi sağırlığımızı yenmemiz lazım.

SEVGİ

GÖNÜL DİYARI

Gönül öyle bir yer ki, gök kubbenin sınırı oraya dayanmış. Cennet bağının kokuları oraya yayılmış. Gülün özünde yer almış, eteğini dikenlerin ayakları altına sermiştir.
Bülbül tatlı tebessümler saçan gülün yeşil dalları üzerinde perişan bir hale gelmiş, taze otlardan, süt gibi çiğler damlamakta, ceylanlar sanki o sütün şekeriyle mest olmaktadır.
Gülün süslü yuvasında poyraz cilveleşir, ceylanlar gülün dallarında çiçekler toplar. Orada birbirine karışmış çiçekler, yelpaze gibi titreşir. Orada yaseminle gül el ele vermiş, kumru ile bülbül bir ağızdan onlara türküler söylemektedir.
Sabahları feryat eden keklikler, semayı ahlarıyla çınlatır. Rüzgâr cezbeye tutulmuş bir derviş gibi sultani söğüt yapraklarına şiirler yazar. Bazen bahar çimeni selamlar, bazen gül dikenine teşekküre koşar. Orada her şey şükrün niyazındadır.
Ey gönlüm, bu yolun ayırımları kıldan incedir. Bu inceliklerin sırrını yakalamaya gücün de yetmiyor, artık kendini dışarı at. Bu toprağın vefası yoktur. Topraktan daha iyi bir mertebeye yükselme yolunu bulabilmişsen ne mutlu. Yoksa buraya bağlanmak akıl kârı değildir.
Çünkü bu toprakta her şey bir baş eğme karşılığıdır. Her iş yüz türlü kulluk zilletinin karşılığıdır. Hünerin varsa vezir olursun, hünerin yoksa rezil, unutma.
Bu yüzden gül, bülbülün öpücüğünden yaralanmış, çiğin damlasından gülün yaprağı incinmiştir. Lalenin tepesinden dumanlar çıkıyor, görmez misin? Rüzgârla dalgalanan çimen sanki yerinden uçmak istiyor. Yasemin tazeliğinden akacak gibi. Hele o sığırkuyruğunun kokusundan rüzgâr dile gelmiş konuşuyor sanki…
Bu diyarda her şey sevda sarhoşluğuyla filizlenirken, güller arından kızıl rengine boyanır. Her sabah güneş yeniden doğar. Her sabah taze bir başlangıçtır.
Bu yeşil bağın çiçekleri, yerin hayatıdır. Orası gökler gibi nakışlarla bezenmiş, yeşillikler yetiştirmek için seçilmiş bir yerdir. Orada seher yıldızı her sabah doğarken sana: “Başından yeşilin eksik olmasın” diye dua eder.

Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam42
Toplam Ziyaret1797757
Hava Durumu

ATEŞ’TEN SÖZLER

AHMET ATEŞ (KENDİSİNE LAYIK GÖRMEDİĞİNİ DOSTLARINADA LAYIK GÖRMEYEN ...). İSTER KULAK VERİN İSTER VERMEYİN. İSTERSENİZ AHMET ATEŞ DE KİM OLUYOR DEYİN. DOĞRU YOLU GÖSTERMEK BİZDEN YÜRÜYÜP YÜRÜMEMEK SİZDEN. Ateş

BU MİLLET ŞUNU İYİ BİLSİN Kİ; TAŞLANMAMAK İÇİN DE OLSA, ASLA MEYVESİZ AĞAÇ OLMAYACAĞIM. Ateş

ATEŞ' İ SEVMEYEBİLİRSİNİZ, SEVMEK ZORUNDA DA DEĞİLSİNİZ. UNUTMAYINIZ Kİ DÜŞMANINIZDAN BİLE ÖĞRENECEĞİNİZ ÇOK BİLGİ VARDIR. Ateş

İNSANIN KENDİ KENDİNE YAPTIĞI KÖTÜLÜĞÜ, BÜTÜN DÜŞMANLARI BİR ARAYA GELSE YAPAMAZ. Ateş

ATEŞ, DÜNKÜ ATEŞ DEĞİL. YARINDA, BUGÜNKÜ ATEŞ OLMAYACAK. Ateş

DEĞİL DOKUZ KÖYDEN KOVULMAK; ONDOKUZ KÖYDEN DE KOVULSAM, DOĞRUYU SÖYLEMEKDEN, DOĞRU OLANI SAVUNMAKDAN VAZGEÇEMEM. Ateş

İNSANLARI GÖRÜNÜŞLERİ İLE YARGILAMAYINIZ, ÇOĞUNLUKLA ALDANIRSINIZ. GÖRÜNÜŞLER İNSANLARI GENELDE ALDATIR. YAKINDAN TANIMADIĞINIZ İNSANLAR HAKKINDA İYİ VEYA KÖTÜ DİYE HÜKÜM VERMEYİNİZ. GÜN GELİR İYİ DEDİĞİNİZ İNSANLAR KÖTÜ, KÖTÜ DEDİĞİNİZ İNSANLAR ÇOK İYİ ÇIKABİLİR. TERCİHLER SİZE AİT AMA SİZ DIŞ GÜZELLİKDEN ZİYADE İÇ GÜZELLİĞE ÖNEM VERİNİZ. Ateş

DOST DOĞRU SÖYLER, YÜZE SÖYLER, SEVİLMEZ. DÜŞMAN ARKADAN SÖYLER, YÜZE GÜLER. BAŞ TACI EDİLİR. BAŞ TACI OLMAK İÇİNDE OLSA; YÜZE GÜLENLERDEN, ARKADAN KONUŞANLARDAN OLAMAM. Ateş

DEĞER VERDİĞİNİZ İNSANLAR SİZ DEĞER VERDİĞİNİZ İÇİN DEĞERLİDİR. OYSA ONLAR KENDİLERİNİ BİR ŞEY SANIRLAR. SİZ DEĞER VERMEZSENİZ BİR HİÇTİRLER AMA BUNU AKILLARINA BİLE GETİRMEZLER. "ŞAİRİN DEDİĞİ GİBİ GÜZELLİKLERİ ON PARA ETMEZ BİZDEKİ AŞK OLMAZSA" Ateş

KIRK GÜN TAVUK GİBİ YAŞAMAKTANSA BİR GÜN HOROZ GİBİ YAŞARIM. Ateş

BU DÜNYA HERKESE YETER. YETERKİ ADAM GİBİ YAŞAMASINI BİLELİM. Ateş

TOPLUMDA KENDİNİ ŞEREFLİ GÖSTEREN ŞEREFSİZLER DÜNYA DÖNDÜKCE VAR OLACAK VE MİDE BULANDIRACAKLARDIR. Ateş

"HER ASALAK BİR SALAĞIN SIRTINDAN GEÇİNİR" İNSAN OLAN NE SALAK NE DE OLUR ASALAK. Ateş

HIRSIZLIK SADECE PARA ÇALMA İLE OLMAZ. ZAMAN PARADAN YERİNE GÖRE DAHA ÖNEMLİDİR. DAKİKALARI PARA İLE ÖLÇEMEZSİNİZ. GASP EDİLEN DAKİKALARIN HESABINI VEREMEZSİNİZ. MİLLET OLARAK BOŞA HARCANACAK NE VAKTİMİZ NE DE BOŞ ZAMANIMIZ VAR. Ateş

"KENDİM ETTİM KENDİM BULDUM KÜL GİBİ KARARIP SOLDUM EYVAH EYVAH" TÜRKÜSÜNÜ ÇALMAMAK İÇİN SİZE DEĞER VEREN DOSTLARINIZA, SİZİ SEVENLERE KULAK VERİNİZ. Ateş

TREN KALKAR GARDAN, KAÇARSA HABER GELMEZ NAZLI YARDAN. TRENDEKİ BİR GÜN AĞLAR, KAÇIRAN HER GÜN AĞLAR. EN İYİSİ TRENİ KAÇIRMAMAK. Ateş

"ZORLA YENEN AŞ YA KARIN AĞRITIR YADA BAŞ". NE YİYEN NEDE YEDİREN ŞİFA BULUR ARKADAŞ. Ateş

GÜZEL HER ZAMAN GÜZELDİR. ÇİRKİNLİK İSE BENİM İŞİM DEĞİLDİR. Ateş

DOST DOSTUN AYNASI OLMALI. AYNA KADAR DOĞRU OLAMIYORSA DOSTUNUM DİYE GEZMEMELİ. Ateş

OTOBÜS KAÇIYOR DEMİŞTİM DİNLEMEDİN. SON PİŞMANLIK FAYDA ETMEZ DEMİŞTİM TINLAMADIN. NE DEDİMSE İLTİFAT DEĞİL, GERÇEK DİYE, HOŞUNA GİTMEDİ. ANLARSIN BİR GÜN DEDİM, DALGA GEÇTİN. İŞ İŞTEN GEÇTİKDEN SONRA ANLARSIN DA, ONU DA BEN ANLAYAMAM. "GEÇER BORUN PAZARI ANCA GİDERSİN NİĞDE'YE." SÖYLEYECEK BİR SÖZÜN OLAMAZ BU DELİYE. Ateş

SEVDİĞİM BİRİSİ "BENİ SENİN KADAR AŞAĞILAYAN HİÇ KİMSE OLMADI" DEMİŞTİ. BIRAKIN AŞAĞILAMAYI İNCİLTMEK AKLIMIN KÖŞESİNDEN BİLE GEÇMEMİŞTİ. OYSA BU KİŞİ DEĞER VERDİĞİM SEVDİĞİM KİŞİLERİN BAŞINDA GELEN BİRİ. DEMEK Kİ DEV AYNASI OLMAMAK SUÇ OLUYOR. BEN SENİN DÜŞMANIN DEĞİLİM Kİ SENİ OLDUĞUNDAN FARKLI GÖSTEREYİM. BİR GÜN SANA GEREĞİNDEN FAZLA İLTİFAT EDERSEM BİL Kİ O GÜN DÜŞMANIN OLDUĞUM GÜNDÜR. Ateş

"GÜLÜ SEVEN DİKENİNE KATLANIR" KATLANIR DA ÖNEMLİ OLAN DİKENE KATLANIP, GÜLE KAVUŞABİLMEK. Ateş

İSTER ARKADAŞINIZ, İSTER SEVGİLİNİZ, İSTER AÇIK İSTER GİZLİ AŞKINIZ, İSTER DOSTUNUZ, İSTER SIRDAŞINIZ, İSTER ANNE BABANIZ, DEĞER VERDİĞİNİZ KİM OLURSA OLSUN GEREĞİNDEN FAZLA DEĞER VERMEYİNİZ. KENDİ DEĞERİNİZDEN KAYBEDERSİNİZ. Ateş

HER YÜZÜNE GÜLENİ, BOLCA İLTİFAT EDENİ DOST BELLEME. DOST, SEVİLMEME RİSKİNE RAĞMEN; DOĞRU NE İSE ONU SÖYLER, KALPTEN SEVER. ASIL DOST KENDİSİNE REVA GÖRMEDİĞİNİ KARŞIDAKİNE REVA GÖRMEYENDİR. Ateş

GERÇEK SÖZLERDEN KAÇANLAR, GÜZEL, SAHTE VE HOŞ SÖZLERE KANANLAR. ASLA ACI GERÇEKLERDEN KAÇAMAZLAR. Ateş

BENİM İÇİN SIFATINIZ NE OLURSA OLSUN. SİZİ KAYBETMEMEK UĞRUNA ASLA YALANA BAŞVURAMAM. SİZLERİ KAZANMAK İÇİN SAHTEKARLIK YAPAMAM. BENİ SEVEN DÜRÜST OLDUĞUM İÇİN SEVSİN SAHTE İLTİFATLAR İÇİN DEĞİL. SAHTE DOSTLAR VE SAHTEKARLIK BENDEN UZAK OLSUN. Ateş

SEVDİKLERİNİZİ YARGILARKEN OLAYLARA KENDİ CEPHENİZDEN BAKMAYINIZ. ALDANIRSINIZ. KARŞIDAKİNİN YERİNE KENDİNİZİ KOYABİLDİĞİNİZ SÜRECE DOĞRU YARGILAMA YAPABİLİRSİNİZ. Ateş

SİZ, SİZ OLUN, OLMAZ ÖYLE ŞEY DEMEYİN. BİR GÜN OLUR, OLUYORMUŞ DEMEK ZORUNDA KALIRSINIZ. ASLA BİRİNİ KINAMAYINIZ. KINADIĞINIZ OLAYIN, BİR GÜN BAŞINIZA GELDİĞİNİ, GÖRMENİZ HİÇ DE UZUN SÜRMEZ. ALLAH ISLAH ETSİN DEYİP GEÇİN. YOKSA, KINADIĞINIZ OLAYLA KENDİNİZ ISLAH EDİLİRSİNİZ. Ateş

"İLTİFAT; YALANIN SÜSLENMİŞ, KILIF GİYDİRİLMİŞ HALİDİR" İLTİFAT ETMEYİ BİLMİYORUM. ÇÜNKÜ YALAN SÖYLEMEYİ BECEREMİYORUM. Ateş

GERÇEKLER DOĞRU VE ACI OLUR. İLTİFATLAR SAHTE VE YALAN. GERÇEKLERDEN KAÇANLAR, İLTİFATLARA SIĞINANLAR, ACI SONDAN KAÇAMAZLAR. KURTULUŞ GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEKDEN, İLTİFATLARDAN UZAK DURMAKDAN GEÇER. Ateş

AŞIRI MAKYAJ GÜZELİ ÇİRKİNLEŞTİRİR ÇİRKİNİ GÜZELLEŞTİRİR. Ateş

DOĞRULAR VE GÜZELLİKLER MALINIZ, ÇİRKİNLİKLER VE KÖTÜLÜKLER ÇÖPÜNÜZ OLSUN. Ateş

SİGARA

OĞUZLAR Mayıs 1994

SİGARA

Ahmet ATEŞ Oğuzlar Gazetesi yazı İşleri Müdürü

İçerken güldürür

Sinsi, sinsi öldürür

İçene kendini kahraman sandırır

Şeytani bir zehri andırır

İnsana kendi kendini yandırır

Sigara içmek suç değil

Bıçak taşımakta suç değil

Fakat bıçak ve tabanca

Bir başkasına zarar verince suç

Peki, sigara bir başkasına zarar verince neden suç sayılmaz? Şimdi sormak gerek aklı ve fikri olan herkese. Hangi insanın bir başka insanı zehirlemeye hakkı var? Sigara içme özgürlüğünü savunan vatandaşlara demezler mi ki içenin içme özgürlüğü varda içmeyenin sigara içmeme özgürlüğü yok mu? Sigara içmeyenin sigara içene bir zararı yok. Peki sigara içenin içmeyene neden zararı olsun. Bir resmi daire veya aile düşünün aynı odayı on kişi paylaşıyor. Bunun beşi sigara içiyor diğer beşi içmiyor. Beş kişinin sigara içme özgürlüğü varda diğer beş kişinin sigara içmeme, zehirlenmeme özgürlüğü yok mu? Sigara içmeyen beş kişinin sigara içen beş kişiye zararı yok da, sigara içen beş kişi niye diğer beş kişiyi zehirlesin.

Sigara içenler içmeyenleri zehirleme hakkını kimden ve nereden alıyorlar?

Anti parantez kimse özgürlükten bahsetmesin özgürlüklerde sınırsız değil sınırlıdır. Çünkü bir kişinin özgürlüğünün başladığı yerde diğer bir kişinin özgürlüğü biter. Bitmiyorsa tecavüz olur. Suç teşekkül eder, cezayı gerektirir.

Anti parantez kimse özgürlükten bahsetmesin özgürlüklerde sınırsız değil sınırlıdır. Çünkü bir kişinin özgürlüğünün başladığı yerde diğer bir kişinin özgürlüğü biter. Bitmiyorsa tecavüz olur. Suç teşekkül eder, cezayı gerektirir.

Birde en çok şundan söz edilir. Yahu sigara içen akciğer kanseri, verem ve diğer hastalıklara yakalanıyor da içmeyen yakalanmıyor mu?

Yakalanıyor: Tabiî ki siz sigara içenlerin sayesinde bir ailede bir kişi sigara içiyorsa diğerlerinin ben sigara içmiyorum demesi gerçek anlamda yalan ve yanlış olur. Sigara içen kişi sadece kendisini zehirlemez evdeki hanımını çocuklarını ve diğer fertlerin hepsini zehirlenmeye mahkum eder, onların yanında sigara içtiği sürece.

Şimdi sorarım size hangi babanın kızını, hangi ananın oğlunu, hangi dedenin torununu,hangi tiryakinin tiryaki olmayanı zehirleme hakkı var?

Medeniyet deyince bazıları çıplaklık sanır, asla. Medeniyet bu ve benzeri durumlarda kendini gösterir. Medeni insan başkalarına ve kendisine saygı duyan insandır. Başkalarının haklarını gasp etmeyen temiz insandır. Hoş görülü insandır. Kendi özgürlüğüne sahip çıktığı kadar başkalarının özgürlüğüne sahip çıkan ona saygı duyan insandır.

Bir düşünür medeniyeti şöyle tarif eder. "Medeni insan karanlık da esnerken sol elinin tersi ile ağzını kapayan insandır" der. Tabiî ki bizde olduğu gibi esnerken küçük dilini karşısındakine gösteren değil.

"Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az"

Kimsenin kimseyi zehirlemeyeceği, kişilerin birbirlerine saygılı olacağı,toplum menfaatlerinin ön plana çıkacağı bencilliğin arka planda kalacağı, hoş görülü medeni toplumlara doğru.

Saygı ve sevgilerimle bir sonraki sayıda buluşmak üzere.

Sevgili okurlar Makalenin yayın tarihine bakarsanız bu günkü sigara ile ilgili kanun konusunun alt yapısını görürsünüz o tarihlerde bu yazıyı kaleme almak yürek, bilek ve cesaret isterdi. İlk sigara kanunu bile (Kanun Numarası : 4207 Kabul Tarihi : 7/11/1996 Yayımlandığı R.Gazete: Tarihi:26/11/1996 Sayı: 22829) bu makaleden 2 Yıl 6 Ay sonra çıkmıştır. O gün dile getirdik iki yıl sonra kısmen bugünse tamamına yakını kanuna konmuştur. Eh sağlık olsun 12 yıl sonrada olsa birşeyler değişmiştir. O gün dalga geçenlere duyrulur.

Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.171234.3081
Euro37.456737.6068
Takvim